Necmeddîn-i Kübrâ ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Moğollarla mücadelelerindeki cihad anlayışları
Künye
Ciran, Seyyit Nur. Necmeddîn-i Kübrâ ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Moğollarla mücadelelerindeki cihad anlayışları. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022.Özet
Tarih boyunca mutasavvıflara yöneltilen eleştiriler birtakım safhalardan geçerek günümüze kadar gelmiştir. Dönemlerinin ilk zamanlarında bid’at suçlamasıyla, daha sonraki dönemlerde şirk/küfür ithamlarıyla, yakın yüzyılda ve günümüzdeyse pasiflik gibi birçok eleştiriye maruz bırakılmıştır. Tasavvufu bilmeyenlerin yönelttikleri bu eleştiriler vicdan sahibi âlimler tarafından objektif şekilde incelenerek, durumun eleştirildiği kadar vahim olmadığını verdikleri eserlerle ortaya koymuşlardır. Nitekim eleştirilen pasiflik iddiasının gerçeği yansıtmadığı tarihçilerce de malumdur. Yakın zamanda ülkemizde gerçekleştirilen darbe
girişimine karşı koymak adına birçok tasavvuf erbabının meydanlarda nöbet tuttuğu da aşikârdır. Hâl bu iken geçmişten günümüze mutasavvıfları tekkeye kapanıp sadece zikirle meşgul olan bir tiplemeyle değerlendirip, fizikî mücadeleye girişmediklerini iddia etmek tutarsız bir yaklaşımdan ileriye gitmemektedir.
Esasen yapılan bu pasiflik eleştirisi mutasavvıfların fizikî mücadeleyi son çare olarak değerlendirip önceliği iç düşman bildikleri nefse yönelik vermelerinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla küçük cihad ve büyük cihad nitelemeleri önem atfetmektedir. Fizikî mücadeleyi küçük görmelerinin sebebi karşılaşılan düşmanla
geçici süreliğine mücadele edileceğinden kaynaklanmaktadır. Büyük cihad olarak nitelenen nefs ile mücadeleyse ömür boyu devam edecek bir mücadeleyi kapsamaktadır. Bundan dolayı mutasavvıflar önceliği kişinin nefsiyle olan mücadelesine ve zamanı geldiğinde fizikî olarak düşmanla mücadeleye girişmenin doğru olacağı bilincini taşımışlardır. Nitekim XIII. yüzyılda Necmeddîn-i Kübrâ, nefsî mücadelesinin yanında fizikî olarak düşmana karşı savaş meydanına inerek şehid olmuştur. Hz. Mevlânâ ise doğduğu topraklardan küçük yaşta hicret ederek birçok beldeden sonra Anadolu’ya yerleşmiş bir mutasavvıf olarak, nefsi mücadelesi bir yana fizikî mücadelenin farklı boyutu olarak fikrî mücadele metodunu kullanarak düşmanını alt etmeye çalışmıştır. Nihayetinde katliamlar yaparak dünyaya korku salan Moğollar, Hz. Mevlânâ gibi fikrî mücadele metodunu sürdüren mutasavvıflar eliyle Müslüman olmuş ve bu fikrî/inanç mücadelesi karşılığını bulmuştur. Hz. Mevlânâ’nın mücadelesini anlamayanların O’nu Moğol ajanı olmakla itham etmeleri şaşılacak bir durum değildir. Tasavvufun inceliklerine vâkıf olan
ulema O’nun keşf/ilham ile Moğolların gelecekte Müslüman olacağına dair düşüncesinin zamanla tahakkuk edişinin farkındadırlar. Dolayısıyla, iki büyük mutasavvıfın mücadelelerini yaşadıkları ortam perspektifinde değerlendirmek en doğru yaklaşım olacaktır. Criticisms directed at Sufis throughout history have passed through some stages and have survived to the present day. They were exposed to many criticisms such as the accusation of bid'ah in the early days of their period, the accusations of shirk/blasphemy in the later periods, and passivity in the last century and today. These criticisms, directed by those who do not know Sufism, were examined objectively by conscientious scholars and they showed in their works that the situation was not as grave as it was criticized. As a matter of fact, it is also known by historians that the alleged passivity that has been criticized does not reflect the truth. It is also obvious that many Sufi connoisseurs kept guard in the squares in order to oppose the coup attempt that took place in our country recently. While this is the
case, it is inconsistent to argue that from past to present, mystics are closed in a lodge and only engaged in dhikr, and to claim that they do not engage in physical struggle. In fact, this criticism of passivity stems from the fact that mystics consider physical struggle as last alternative and give priority to the nafs, which they know as the internal enemy. Therefore, the qualifications of small jihad and great jihad are
important. The reason why they despise the physical struggle is that it will be fought against the enemy for a temporary time. The struggle against the nafs, which is described as the great jihad, includes a lifelong struggle. For this reason, Sufis have been conscious of the fact that it is right to struggle with one's nafs first and when the time comes, to engage in a physically struggle with the enemy. Indeed, in the thirteenth century Necmeddin-i Kübra was martyred by going down to the battlefield against the enemy physically, besides his nafs struggle. Mevlana, on the other hand, as a mystic who migrated from the lands of his birth at a young age and settled in Anatolia after many cities, tried to defeat his enemy by using the method of intellectual struggle as a different dimension of physically struggle, apart from his nafs struggle. In the end, the Mongols, who terrorized the world by making massacres, became Muslims by the help of mystics like Mevlana who continued the intellectual struggle method, and this intellectual/belief struggle
was rewarded. It is not surprising that those who do not understand Mevlana's struggle accuse him of being a Mongolian agent. Ulema, who are familiar with the subtleties of Sufism, are aware of the fact that his thought that the Mongols will become Muslims in the future with his discovery/inspiration has been realized over time. Therefore, it would be the most correct approach to evaluate the struggles of the two
great mystics from the perspective of the environment in which they lived.