Salt liberal iktisat anlayışının vergilendirmeye bakış açısı: Vergi adaleti üzerine bir değerlendirme
Özet
Kapitalizmin kavramsal olarak ortaya çıkışı Batılı
toplumlarda feodal yönetim anlayışının sona ermesinden sonra
olmuştur. Kelime kökeni olarak “Capital” den yani “sermaye”
kelimesinden türemiş olan kapitalizmin; sermayeye dayalı veya
sermaye sahiplerinin üstünlüğünün kabul gördüğü ekonomik,
siyasi ve sosyal düzen kurgusunu temsil ettiği ifade edilebilir.
Başka bir ifadeyle, toplumlardaki zengin ve yoksul ayırımının
keskin olduğu, ekonomik, siyasi ve sosyal yönlerden her türlü
avantajın toplumu oluşturan zengin kesimin lehine olduğu ve
bu kesimin ayrıcalıklı kabul edildiği bir sistemi belirtmektedir.
Kollektivistliğin yerini bireyselciliğe bıraktığı, özgürlük ve özel
mülkiyet kavramlarının “sermaye” sahiplerinin yararına dizayn
edildiği ve akılcılığı hedefleyen bir kurumsallaşma düzenini
sağladığı söylenebilir. Liberal iktisat anlayışı da bu özellikleri
koruyan ve geliştirmeye çalışan bir iktisadi düzen anlayışı olarak
diğer bir ifadeyle kapitalizmin bir ürünü olarak algılanabilir.
İktisadi bir düşünce akımı olan ve temelinin François Quesnay
tarafından “Klasik İktisat Okulu” ile atıldığı bilinen liberal veya
klasik iktisat öğretisi; piyasa temelli ve devlet tarafından herhangi
bir kısıtlamanın ve müdahalenin kabul görmediği bir akım olarak
iktisat tarihindeki yerini almıştır. Bireysel iktisadi faydanın
toplumsal iktisadi faydaya tercih edildiği, rasyonel bireyciliğin
merkeze oturtulduğu ve özel mülkiyet hakkı ve teşebbüs
özgürlüğü kavramlarının temel ilkeler olarak benimsendiği
liberal iktisat anlayışının dünya ekonomisinde yayılmasını ve
benimsenmesini ise klasik iktisadi düşünürlerden Adam Smith
sağlamıştır. Smith 1776 yılında “milletlerin zenginliği” isimli
kitabıyla liberal iktisadi öğretinin kuramsal ve ilkesel çerçevesini
çizmiştir. Kuramsal yaklaşımında devletin piyasaya asli görevleri
olan savunma, güvenlik ve adalet fonksiyonları dışında müdahale
etmemesi gerektiğini, devletin regülatif rolünün asla kabul
edilemeyeceğini vurgulamıştır. Dolayısıyla devlet bu hizmetler
dışında herhangi bir harcamada bulunmayacak ve bu nedenle de
piyasadan vergi talep edemeyecektir. Devletin asli ihtiyaçlarını
karşılayabilmesi için de piyasan az bir vergi talep etmesi meşru
kabul edilmiştir. Piyasadan az alınacak olan verginin nasıl ve
hangi koşullarda alınması gerektiğine dair olarak “vergilendirme
ilkelerini” ve bunların bir parçası olan “ödeme gücü yaklaşımı”nı
öne sürmüştür. Bu iktisadi anlayış dünya genelinde 1929 yılına
kadar çeşitli biçimlerde uygulanagelmiştir. 1929 yılında dünyada
yaşanan büyük buhran, liberla iktisadi felsefenin sorgulanmasına
ve yeni bir iktisadi anlayış arayışının ortaya çıkmasına sebep
olmuştur. 1929 bunalımı ile birlikte liberal iktisat anlayışı çökmüş,
yerini John Maynard Keynes tarafından modellenen “Keynesçi
İktisat Anlayışı”na bırakmıştır. Keynesyen düşünce ile birlikte
hem devletin piyasa içerisindeki rolü hem de bunun bir kısmını
oluşturan vergilendirme anlayışına ilişkin düşünceler ciddi
anlamda değişikliğe uğramıştır. Vergilendirmeye karşı bakış
açısı ve dolayısıyla vergi adaletini sağlama biçimleri hususlarında
değişikliklerin yaşandığı ve bir daha asla salt liberal politikaların
benimsenemeyeceği düzen böylelikle kurulmuş olmaktadır. Bu
çalışmada liberal iktisadi öğretinin vergilendirme anlamında
bakış açısı ve vergi adaletini tesis etmedeki temel ilkeleri ile
birlikte salt liberal iktisadi anlayışının yıkılmasından sonra
vergilendirmeye karşı ve vergi adaletini tesis etmeye ilişkin bakış
açıları karşılaştırmalı olarak ele alınarak bir sentez sunulmaya
çalışılmaktadır.